KARS PUSULA / ADEM ALP
Kars Belediye eski Başkanı Naif Alibeyoğlu'nun perspektifinden ideal toplum yapısı...
Bugün ülkemizin en önemli sorunlarından bazıları sırasıyla: Düzensiz ve hızlı nüfus artışı, iç göç ve gelir grupları arasındaki büyük uçurumdur. Niteliksiz ve vasıfsız, kalifiye olmayan, üretim sürecine katkısı olmayan bir topluluğun yerine; üretken, bilinçli, kalifiye bir toplum tercih edilmelidir.
Bugün Norveç’in nüfusu 4.916.500 (sayı olarak Ankara’dan daha az), yüzölçümü ise 387.014 km2’dir. Yani Türkiye’nin yarısına yakındır. Buna karşın Norveç’te kişi başına düşen milli gelir 80 bin dolar civarındadır. Oysa bizde 8 bin dolar civarındadır.
Dilenen, avuç açan, işsizlikle, yoksullukla boğuşan, geleceğe ilişkin hiçbir umudu olmayan bir toplum yerine; alnı açık, başı dik, gelecek kaygısı taşımayan bilinçli insanlar topluluğu hedefimiz ve özlemimiz değil midir?
Dünyamız aynı dünya; doğadaki kıt kaynaklardan olan su ve toprak giderek azalmakta, verimliliğini kaybetmektedir. Ama insan nüfusu giderek büyük bir artış göstermektedir.
İnsanlığın oluşumundan 1900’lere gelinen nüfusa baktığımızda: 1900 yılında dünya nüfusu 1.650.000.000 (bir milyar altı yüz elli milyon). Dünyadaki nüfus en kanlı savaşların olduğu ve son yüzyıldaki en çok ölümlere rağmen sadece bir yüzyılda dört kat artış gösterip 8 milyara dayanıyor.
Dünya insanlık ailesinin bir üyesi olarak nüfusumuzun oldukça fazla olduğunu düşünüyorum. Dünyada yeterince kardeşlerimiz var. Dünya nüfusunun zaten yarıya yakını açlık sınırında… Ülkemizde yine nüfusun dörtte biri açlık sınırında, işsizlik alabildiğine artmakta…
Dünyadaki çılgın nüfus artışı ve doğadaki kıt kaynakların giderek azalması önce bölgesel savaşları daha sonra nükleer savaşları yaratacak.
Gelir grupları arasındaki büyük uçurum Türkiye’deki iç göçü pompalamaktadır. Bugün metropolle taşra arasında; kırla kent arasında büyük uçurum vardır. Metropollerde iç göçü teşvik eden çılgın projeler yerine, insanların doğduğu yerde doymasının ve yaşamasının koşullarını yaratmak lazım. Bana göre asıl “Çılgın Proje” budur. Özellikle son yıllarda çıkarılan Büyükşehir yasasıyla da metropollere göç iyice pompalanmıştır.
Taşrada işi olan da, geliri olan da, işsiz olan da iş bulmak için metropollere göç ediyor. Gelir düzeyi yüksek olan aileler özellikle son yıllardaki özel hayatın kontrol altına alınması ve çocuğuna daha iyi eğitim ve sağlık imkânı sağlamak adına da metropollere göç etmektedir. Düşünün... Kentinizde imkânsızlıklardan dolayı yeterli altyapı, sinema, tiyatro, festival, spor ve benzeri etkinlikler yoksa kazandığımız paranın bir anlamı olmayacaktır. O nedenle iş insanları da metropollere göç etmektedir. Bu büyük göçün sonunda özellikle metropollerde gelir grupları ve kültürler arasındaki çelişki antagonizmaya dönüşmektir. Trakya’dan gelenle Karadeniz’den gelen, Güneydoğu’dan gelenle Ege’den gelen arasındaki kültür karmaşası yaşanacak ve bu olayın doğal bir sonucu olarak ötekileştirme ve kültür yozlaşması olacaktır.
Ötekileştirenler yaşadıkları kentte azınlık psikolojisi içinde geldikleri kentin hemşehrisi olarak kalmak istemektedirler. Hâlbuki onlar yaşadıkları kentin hemşehrisi, doğdukları yerin kardeşleridirler. Bu nedenle toplumda büyük bir ayrışma olagelmektedir. Bu büyük karmaşadan ve gelir grupları arasındaki çelişkiden dolayı büyük toplumsal olaylar, cinnet geçirmeler, linç kültürü hâkim olagelmektedir. Bunları bastırmak için daha fazla polis, daha fazla kolluk gücüne ihtiyaç duyulmakta. Daha fazla alt yapı lazımdır. Su sorunu, dönüşüm sorunu, trafik sorunu vb. sorunlar yumağı…
Şehirlerin büyümesi özünde şehirlerin küçülmesi demektir. Dünyada hiçbir başkentin nüfusu on yılda 10 bile artmazken bizim başkentimizin nüfusu son on yılda 2 – 3 katına çıkmıştır. Siz 2 milyon kişiye yetecek suyu 6 milyon kişiye içirmeye kalkarsanız Kızılırmak’ın suyunu bağlamak zorunda kalıyorsunuz.
Sayın Cumhurbaşkanının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde İstanbul’a vize konması gündeme gelmişti. Bu anayasal bir suç olur. Bundan dolayı gerçekleşmedi. Çünkü insanların seyahat etme ve yerleşim özgürlüğü anayasal bir haktır. Ama alınacak önlem imara yeni alanların mümkün olduğunca alınmaması, mevcut imar alanları içinde ıslah çalışmaları yapılarak düzenli, bilinçli, planlı bir kentleşme hareketi yönetilmeliydi. Yeni imar alanlarının oluşturulması göçü iyice pompaladı. Biraz önce belirttiğim gibi şehirlerin büyümesi beraberinde su sorunu, çarpık kentleşme gibi problemleri getirmektedir. Özellikle trafik açısından İstanbul bir cehennem azabına dönüşmüştür, diğer metropoller de aynı hızda ilerlemektedir. Bugün Melen Çayı bağlanmıştır, yarın Melen Çayı kuruyunca galiba Marmara Denizi’ni arıtıp içireceğiz insanlarımıza. Böylesine çılgın büyüme dünyanın hiçbir yerinde yok.
10 yıl belediye başkanlığı yapan biri olarak kentimin nüfusunun asla 150 – 200 bini geçmesini istemem. Bir Davos, Lozan, Cenevre gibi dünyaya yön veren misyonu ve vizyonu olan, üzerinde yaşayan kentlilerin birinci sınıf kent hizmetinden yararlandığı ve milli gelirden büyük pay aldığı ve yine kentlinin, kentinde yaşamaktan mutlu olacağı bir kent özlemi içindeyim. Metropollere gidin bakın, insanlar gülmeyi unutmuş. Metropollerdeki düzeni sağlamak adına yapılan onlarca harcama “Çılgın Projelerin” taşraya uygulanması halinde göç duracak, insanlar doğdukları yerde kalacak, işi gücü olacak ve mutlu yaşayacaklardır. Küçük kentlerde insanları daha kolay kontrol altına alabilirsiniz. En zengin ve en yoksul aynı kafede, aynı restoranda oturabiliyor, herkes birbirini tanıyor.
Oysa apartmanlaşma beraberinde yabancılaşmayı getirmektedir. Komşular birbirini tanımadığı gibi çoğunlukla cenazelerinde bile bulunmamaktadır. İnsanlar beton yığınları içine adeta hapsedilmişlerdir. Betonlaşma hiçbir çağdaş ülkede olmadığı gibi bir çöküşün de başlangıcıdır. Her bir betonarme binanın ömrü 50 bilemediniz 60 yıldır. Yarın bu çılgın betonlaşmanın doğaya dönüşümü nasıl gerçekleşecek? Biliyoruz ki, gelişmiş çağdaş ülkelerdeki yapılaşmalarda ahşap, tuğla, taş ve çelik konstrüksiyon gibi malzemelere kullanılmaktadır. Özellikle son yıllardaki büyük beton blok yapılar 2. Dünya Savaşı’nın doğurduğu ve o döneme ilişkin bir kültürün ürünüdür. Günümüzde geçerliliği kabul görmemektedir.
Başlarken belirttiğim gibi üç önemli sorunu çözdüğümüzde, demokrasiyi kurumsallaştırdığımızda, üç temel özgürlüğü; inanç, düşünce, teşebbüs hürriyetini insanlarımızın özümseyerek yaşadığı ülkede Kürt meselesinden tutun; işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk gibi önemli sorunlar doğal sürecinde çözülecektir.